...
Bir süre önce kendime bir iyilik yaptım ve telefonumun internet paketini iptal ettirdim. İlerde çok elzem bi'şey olmadıkça da yeniden açtırmayı düşünmüyorum. Çünkü artık her an, her yerden ve herkes tarafından ulaşılır olmak beni yormaya başladı. Aslında iletişim kurmayı da sosyal medyayı da çok severim, zaten işim bu benim. İletişim Fakültesi mezunuyum; iletişim kurmak, konuşmak, anlatmak, yazmak mesleğimin gerekliliklerinden.. Hoş mesleğim olmasa da kendimi bildim bileli severim... Günlük tutarım, ajanda yazarım, işte kimlerin niye okuduğunu bilmediğim bir bloğum var...
Evet severim, sabahlara kadar oturup konuşabilirim ama telefonda değil! Sayfalarca yazarım ama telefona değil! Sevdiğim çok muzdarip bu durumdan mesela... 5 dk.dan fazla konuşunca "Tamam canım hadi kapat, tamam hadi bak ben şişmeye başladım." der kapatırım telefonu. Ya da benim kısa verdiğim cevaplardan kendisi anlayıp "O zaman kapatayım ben" der ve kısa keser telefon muhabbetini. Çünkü o telefon kulağıma yapıştığı an bana bi' sinir basıyor, gerçekten. Gün içinde olan biteni yüz yüze oturup anlatmak varken telefonda bir duyuya seslenerek ne diye anlatayım, bunu ne diye seveyim ayol! ^^
...
Akıllı telefon çıktı doğrudan iletişim bozuldu arkadaş! Artık birbirlerinin gözlerinin içine bakıp saatlerce konuşan insanlar kalmadı, ki iletişimin birinci şartı budur: Biri size bir şey anlatıyorsa göz teması kurup dinlemeniz ona "Sana ve anlattıklarına değer veriyorum, seni önemsiyorum" demenin birincil yoludur. Artık her arkadaş toplantısı kafalar telefona gömülü şekilde geçiyor, yalan mı?
Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi perişan, Maslow'un kemikleri sızım sızım sızlıyor... İlk basamaktaki fizyolojik ihtiyaçların yerini "Pardon WI-FI var mı? WI-FI şifreniz nedir acaba?" soruları alalı çok oldu. Dolayısıyla gidilen mekanlarda yemekler tabaklarda kalakaldı, buz oldu. E yazık oldu!
...
Yani diyeceğim, ilk 1 - 2 yıl akıllı telefonu ben de destekledim ama artık herkes o elindeki telefonu sakince masaya bırakmalı arkadaşlar.
Fahrizmirli'den Sevgiler... ^^
(Bu arada Nil Karaibrahimgil'in bahsettiğim yazısını okumak isteyenler şöyle buyurun...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder